Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünya ile ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştü...
Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünya ile ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunamayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesi bir iptila ki bu ihtiyaç karşılanamadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde, çoğu zaman dışarıdan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.
Tek bildiğim saat yönünde ilerlendiğinde sona yaklaşıldığı, aksi yönde hareket edildiğinde ise sonsuzluğun bilinmezliğine doğru. Kestirilemezin kestirilebilir olduğuna kendilerini inandıranların neden sonuç ilişkisine kilitlenmiş dünyalarında, yaşamak görünürde kolay olsa da kaosun dansını sürdürmekte olan evrenle buluşamamanın soyutlanmışlığı da yaşanmak zorunda.
İktidar sahibi olmadıkları halde güçlü olan isimsiz pek çok insan var, ama onları ancak biçimsel değerlendirmelere kapılmadığımız zaman fark edebiliriz. (sayfa 73)
Adını hatırlayamadığım bir antik Yunan düşünürünün şöyle dediğini okumuştum:"Ölümen korkmuyorum, çünkü o benim bulunduğum yerde olamaz, ben de onun bulunduğu yerde." Mantıklı bir söz, ama yine de ölmekten korkuyoruz korkmasaydık hayatta kalma şansımız çok azalırdı. (sayfa 76)
"Devrim yapamazsınız, devrim olmanız gerek." (Ursula Le Guin- Mülksüzler) Politik kimliğimiz, politik sorumluluğumuzu birilerine devredip, ardından onlardan yakınarak ya da onları körü körüne izleyerek yaşandıkça insanlığın huzurunu sağlayacak politik bir modele ulaşmamız da mümkün olmayacak. (sayfa 108)
Sahip olma tutkusu insanın zamanla olan ilişkisini de giderek değiştirdi. Gelecek şimdinin üzerinde acımasızca egemenlik kurmaya başladığından bu yana, insanlar kendilerinin olmayan zamanlar yaşamaya başladılar. Şimdiyi geçmişin birikiminin zenginlikleriyle birlikte yaşıyoruz, ama hayatlarını çocukluk yıllarının sarsıcı yaşantılarının etkisinde sürdüren insanlar şimdinin hafifliğini özgürce yaşayamıyor. Aynı şekilde geleceği projeler ipoteklerken şimdiyi ezip geçen çağdaş dünyanın beklentilerine teslim olmak da anksiyete ve depresyona davetiye çıkardığı gibi, uzun vadede, boşluk ve anlamsızlık gibi duyguların yaşanma olasılığını içerebiliyor. Uygarlık denen olgu, bizleri, öttükleri için güneşin doğduğunu sanan horozlarla dolu bir alana getirdi sonunda. İki yıl önce gittiğim bir "kavramsal sanat" sanat galerisinde sergilenen bir duvar saati beni çok etkilemişti. Kadranındaki rakamların yerinde, on iki adet "Geç kaldın" yazısıyla. (sayfa 112)
Yorum Yap