Acıtmıyor deme. Bir boş odada o yalnız kalacak aynayla bakışıyorsun şimdi. Hiçbir şey olmamış gibi davranma. Yüreğindeki kıpırtılar uzaklar...
Acıtmıyor deme. Bir boş odada o yalnız kalacak aynayla bakışıyorsun şimdi. Hiçbir şey olmamış gibi davranma. Yüreğindeki kıpırtılar uzaklardan duyuluyor. Bu sondu. Ahh ne kuru bir kelime. Kendine ıslak, gözyaşlarımızla ıslanan bir kelime. Hayat sona ramak kala yaşanan bir mevzu; her an her şey toz bulutu olabilir. Bir bakmışsın yokmuşsun. Zaten bence öyle insan denen mahlukat hiçten ibaret. Bazen de geliverirmiş arkalardan rüzgarlar, esiverirmiş. Her şey sona yakınken aslında tam da son değilmiş.
Bir şeylere nokta koymaya ne kadar takık kafan. Bitmelere, bitsinlere, gitmelere, kesin gelmelere, sözlere ve yeminlere. Kararlara, o kendinden eksik kararlara ne kadar mecburmuşsun.
"Yarım kalanlar biter." deyip durdun. Yarım kaldığına sen mi karar verdin. Kime göre neye göre? Hangi sıfatla bitireceksin, kim olarak?
Kendi kendimi yalanlayıştır bu. Yarım kalanları tamamlamak diye bir uğrasa girmeyin asla. Bu serapta kaybolmayın. Sadece yola bakın. Eğer hayatın canı isterse yarım kalanı tamamlar bir gün. Tabi o yarım kalan dediğiniz gerçekten yarım kalmışsa. Sizin yarım kalan tanımınız sizin içinizden çıkan bir hikayedir. Bu hikayeyi hayata kabul ettirmeye çalışmayın, kabul etmez. O kendi bildiğini yapar.
Küçücüksün yürüyüp giderek büyüyebilirsin artık. Ağlamaya yemin edişler güçsüzlüğün göstergesi. Bilmediğin yerlere yalnız yolculuklar yaparak güçlenirsin. Ve bazen ağlayasın gelirse oralarda ortalık yerde ağla.
Atamam deme kendini yangınlara. Risk al ve ezberlediğin yoldan çık. Mucizeler görmek istiyorsan eğer.
Şimdi arka vagonda birer sinek vızıltısıdır: "Ne işin var Hindistan'da?" demeler ve bu minvalde söylenen birçok söz. Aslonan bu işte aklın verdiği değil, duygularım. Ayrılmak istemeyişim. Memnuniyetle tam da olması gerektiği gibi, kırgın olmadan, umutlu ve sevinçli ayrılışım.
Gitmek istememem ama yine de gitmem. Usulca, sessizce gitmem. Hindistan bana çok şey verdi özellikle içime kendime. Ben ona ne verdim bilmiyorum. Belki de sadece "Merhaba" dedim. Bundan sebep "güle güle" değişim bile fısıltıları olmalı.
Aslında Hindistan ile olan hikayemi şöyle bir tabloya benzetmek istiyorum. Bir gökyüzü düşünün, berrak, mavisi olması gerektiği gibi bulutları kararında. Ve o gökyüzünde herhangi bir zamanda ki bu zaman diliminin hiç önemi yok aslında. Bir martı geçiyor bir kuş diyelim. Ansızın oluyor ve birkaç saniye sürüyor bu geçiş. Dünya kurulduğundan beri yeri değişmeyen o coğrafyadan bir kuş geçiyor. Belki bazı insanlar, dünyadan başını kaldırabilenler örneğin görüyor o kuşu. Yüzleri gülüyor, fotoğrafını çekiyorlar, birbirlerine gösteriyorlar. Hayranlık ve anı yakalama çabası bittikten kısa bir süre sonra o kuş; yerlerinden kımıldamayan o dağlara ve denizlere, huyları değişmeyen o insanlara veda mı eder? Belki kuş verdiğinden çok daha fazlasını almıştır. Hissettirdiğinden çok daha fazlasını hissetmiştir. Olsun. Kuşun işidir geçiş. Geçipte gitmek. Hem eğer veda ederse kendisinin özlenmesine yol açabilir. O kuşun daha geçip de gideceği çok gökyüzü var. İşte ben bu hikayede o kuşum. O coğrafya bana verdiklerinden bi'haber ve yaşamlarına kaldıkları yerden devam etmeliler. Ben onlara kısacık bir an yaşatmışken onlar bana verdiklerinden meçhul yaşayıp gitmeliler. Yüzyıllardır olan gibi.
imza:alacamarti.
Yorum Yap